Kafeinsiz kahve

Yağız Basgıcılar
ayın karanlık yüzü
2 min readMay 12, 2020

--

Bugün bir aydınlanma yaşadım. Yani, ne kadar aydınlanma denebilirse artık. Günün ikinci ve son kahvesini içerken farkettim ki kahveyi uyarıcılığı için içmeyi bırakalı çok olmuş. Her sabah istisnasız bir kahve içiyorum ama bilmiyorum kafein mi içirtiyor tadı mı. Daha çok işe başlamamı kolaylaştıran, hak edilmemiş bir mükafat sanki. Kolay soğuyan, soğuyunca tadı kaçan ve dolayısıyla ilgi bekleyen de bir sıvı olduğu için sabahları dikkatimi iyi çeliyor. Onu içmekle meşgulken güne başlamış buluyorum kendimi. Verdiği sıcaklık, tepesinden tüten kokuları, karadeliği andıran derinliği ile aslında şarap kadar güçlü bir içecek hitap ettiği duyuları düşününce.

Sanırım acı tadından olsa gerek, güçlü bir şey aldığımı hissediyorum vücuduma. Kepek şampuanlarına eklenen mentol kafa derisinde tatlı bir yanma hissi yaratır ve kullananlar da bir şeye yaradığını sanarlar. Kahvenin güçlü kokusu da burnum ve ciğerlerim üzerinden tüm hücrelerime ulaşıp da ‘koğuş uyan’ diyor sanki. Kimyasal bir uyanma kadar psikolojik de bir uyandırma bu yani. Bilmiyorum, belki de tüm hücrelerimi öperek uyandırıyordur hakkını yemeyeyim.

Milli olmak, ehliyet almak ya bakkaldan kimlik göstermeden bira almak değildi benim için yetişkin olmak. Kahve içmeye başlamaktı. Starbucks’taki şekerli kahvelerden bahsetmiyorum. Üniversitede, sabahlamak için içilen kahveden bahsediyorum. O zaman bir tabuyu yıktım ve gece 10'dan sonra kahve yapmaya başladım. İşte böyle başladı bu bağımlılık.

Kimse inkar etmesin, hazırlığı kendisinden daha güzel kahvenin. Kahveyi öğütürken ortaya çıkan hafif ılık ve büyüleyici koku var ya, keşke kahveyi ağzımla değil de burnumla içebilsem dedirtiyor.

Kokain bağımlılarının nabızları kokaini çekmeden daha önce, daha hazırlık esnasında yükselirmiş. Benim için de kahve böyle. Kahvenin hazırlığı ön sevişme sanki. İçmekse sadece gitmek gelmek. Çoğu zaman kahveden aldığım ilk yudum hüsran olur hatta. Hazırlık ritüeli ve burnumu çıldırtan kokular beklentiyi o kadar yükseltir ki, tadı gölgede kalır.

Bazen masamda buz gibi olmuş kahveyi, çoktan mekanı terketmiş aromalarına ve acı tadına rağmen içerken buluyorum kendimi. ‘Bana verebilecek neyin var?’ diye sorsam verecek cevabı yok bardaktaki lekelerinden başka. Yine de ellerim titreyerek dikiyorum boğazıma son damlasına kadar.

Neyse, aydınlandım ya sözde. Kafeinsiz kahve diye bir ürünün olduğunu hatırladım bugün. Daha önce saçma bulurdum bu fikri ama bugün aklıma düştü işte. Neden bilmiyorum. Acaba bağımlı zihnim bana oyunlar mı oynuyor? Daha çok kahve içebilmem için mi yapıyor bilinçaltım bunları bana? Ama istediği şey daha çok kafeinse eğer, amacına böyle ulaşamayacağını biliyor olmalı. Beynim, beynimle mücadele ediyor.

Tadı konusunda şüphelerim yok değil ama bir kez niyetlendim artık, denemeden olmayacak bu iş. Günde 2 fincan kahve sınırım. Sabah aç karına bir, öğlen yemekten sonra iki. Hatta ikinciyi ne kadar geciktirirsem o kadar iyi. O, gün bitti kahvesi çünkü. İlk kahve bayırı çıkmak, ikinicisi bayırdan aşağı frensiz salmak için. Şimdi olur da kafeinsiz kahveyi seversem ona da gün içinde bir yer bulmak gerek. Peki aynı ritüeller iki değil üç kere tekrarlanınca aynı zevki verecek mi? Aslan mıyım ben bu kadar sık sevişeyim?

Deneyip göreceğim. Hayat dediğin, vücut denilen sensörlerle beynini uyarmak değil mi ne de olsa?

--

--