Yağmur sineği ve karasinek
--
Evimin olağan temizliğini yaparken çoğunlukla olduğu gibi en son mutfağa girdim. Elektrik süpürgemin pil göstergesi elimi çabuk tutmam gerektiğinin sinyalini veriyordu. Şarjlı süpürge ile temizlik yapmak ve ay başında maaş yatması çok benzer şeyler aslında; iki durumda da başta temelsiz bir cömertlik, sonlarda ise telaş ve güvensizlik.
Süpürgem mutfağımın karanlık köşelerindeki kötülükleri ciğerlerine çekerken peyda olan bir sinek gözüme takıldı. Yağmur sineği sandığım, aslında sadece uygun şartlarda can sıkan bir sinek. Ne var ki o an uygun bir andı. Varlığı ile yokluğu bir olan, vızıldaması bile duyulmayan bu yaratığı ortadan kaldırmak, oracıkta haklamak için korkunç bir istek duydum. Acımasız tanrı rolüne bürünüp temeli neye dayandığı bilinmez bir öfke ve hükmetme arzusuyla tüm dikkatimi ona kitledim. Gözümden kaçırmadan, el yordamıyla süpürgemin uzatma borusunu çıkardım, fütüristik bir tabancaya benzeyen aletin namlusunu sineğe doğrulttum ve tetiğe bastım.
Zaman durdu, kocaman bir sessizlik oldu.
Elimde ufak bir karadelik, hiç yoksa bir fırtına yaratmak ve sineği panik halinde bir sonsuzluğa çekmek isterken, tabancam boşalmış bataryası ile iktidarsız bir şekilde baktı yüzüme. Bir evin tüm kirini bünyesinde toplamış bu alet, sıra ufacık bir sineğe geldiğinde kılını bile kıpırdatamayacak kadar bitap düşmüştü. En kötüsü de, ahmak sineğin hiçbir şeyden haberi yoktu. Gözleri sinekliğiyle kamaşmış, tüm bünyesi sefaletiyle meşgul, ensesine soğuk nefesini üfleyecek kadar yaklaşmış ölümden bihaber, sefilliğine devam edecek ve rastgele mutlu daireler çizecekti. Akşam eve gittiğinde karısına ve çocuklarına heyecanla anlatmayacaktı ölümün kendisini ziyaretini, çünkü bilmeyecekti.
Bir kuluma ders vermek isterken o, ufak sinir sisteminin hayal bile edemeyeceği kadar büyük bir dersi bana vermişti. Ölümü yenmekle kalmamıştı, bir de beni, tanrısını görmezden gelmişti. Ona öyle bir ceza vermeliydim ki, bu küstah ve utanmaz tavrından pişman olmalıydı. O yüzden onu rahat bıraktım ve bir yağmur sineği olarak yaşamasına izin verdim.
Fırsat buldukça tanrıcılık oynamaya devam ediyorum. Çoğu zaman kullarımın bundan haberi olmasa da, tanrılık yetilerimi keskin ve insani niteliklerimi dengede tutmak için faydalı oluyor. Ben de emir eriyim, ben de başka tanrılara hesap veriyorum ne de olsa.
Bir karıncayı ezmediğim, bir sineği spreyle öldürmediğim, eve giren bir örümceğin üstünü bardakla kapatıp da sonra boğulmasını izlemek için bardağa su doldurmadığım her anda tanrısal bir memnuniyetle doluyorum. Cömertlikle bahşettiğim ufak hayatlar. Kendilerine verilmiş bir şans, hayatlarını gözden geçirmeleri için bir dönüm noktası. Ben kötü biri değilim, yalnızca kendimden güçsüz bir yaratığı incitmemenin gururunu orantısızca yaşıyorum.
Yağmur sineğinin verdiği dersi sindirmemin üstünden çok geçmeden benzer bir vakayla karşılaştım. Mutfak çöpünün dolmuş torbasının ağzını bağladım ve balkona, dünün çöpünün yanına koydum. Dünden kalma torbanın içinde bir karasinek hapsolmuştu. Aptal hayvan girmek için ufak bir açıklık bulmuş ve geri çıkamamıştı. Evrimsel gelişimi ilerletememiş bu sefil hayvanın ölmesi lazım geleceğinden naylona çarpan kanat çırpışlarını duymazdan geldim ve onu evsel atıkların zenginliğinde, bolluk içinde bir ölüme terk ettim.
İki gün sonra torbaları almak için geldiğimde çoktan unuttuğum bu sinek aynı canlılıkla çırpınmaya başladı. Bir çöl gibi gündüz haşlayıcı sıcaklara, akşamsa dondurucu soğuklara ev sahipliği yapan balkonumda hayatta kalmayı başarmıştı. Belki muz kabuğunun içine sığınmıştı. Belki zeytin çekirdeklerinin üstündeki nemle gidermişti susuzluğunu. Belli ki umudunu yitirmemişti. Saydam naylondan içeri giren ilahı ışıkta tanrıyı görmüştü belki ve onunla konuşacak dört günü olmuştu. Belki ölmüştü. Tünelin sonundaki ışığı görmüş ama tünelin sonuna gelmeden geri dönmüştü. Bu hayatta yapacaklarını hatırlamış, konacağı bokları, yapacağı kurları, rahatsızlık vereceği insanları düşünmüştü. Zihinsel gelişimde cimri davranan doğa ona bir çöp torbasında dört gün hayatta kalma yetisini bahşetmişti. O da hayata geri dönüp bunların gerektirdiği her şeyi yapacaktı, ama bambaşka bir farkındalık ve tutkuyla. O bir karasinekti ve karasinek olmaya devam edecekti. Ama diğerlerinden farklı, ermiş olarak belki.
Torbayı özensizce yırttım. İçeri dolan taze hava ve güneş ışığının arasından dışarı fırladı sinek. Sanki tünelin öbür ucundan hızlanarak gelmiş bir ok gibi attı kendini dışarı. Aydınlanmış, hayatı film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmiş ve güçlenerek geri gelmişti. Ak-Karasinek. Arkada bıraktığı çöp torbasından uzaklaşırken minik hafızasında silindi tüm bu tecrübe ve fikirler ve her kanat çırpışıyla uzaklaştı ermişliğinden. Bir başka gün, belki de bugün başka bir çöpe girip hapsolacaktı. O bir karasinekti ve sinekliği neyi gerektiriyorsa onu yapacaktı.
Sineğin birkaç saniyede gözden kayboluşunu izledim ve ardından markete uğramak için dışarı çıktım. Karşıdan karşıya geçerken ensemde aniden soğuk bir ürperti hissettim. Arkamda neyin olduğunu anlamak için başımı çevirmemle bir arabanın acı frenlerini duymam bir oldu. Dizlerimden sadece birkaç santim ileride durabilmiş arabanın şimdi frenlerinden daha acı çalan kornası ve az kalsın birine çarpacağı için çılgına dönmüş sürücüsünün küfürleri kulaklarımda yankılanırken elimi enseme götürdüm ve geldiği kadar ani şekilde kaybolan soğukluğa bir anlam vermeye çalıştım.